Yavuz Gökmen / TİFLİS’TE İLGİNÇ BİR AKŞAM YEMEĞİ!
Ben en çok sabah kahvaltısını severim. Çayı
şekersiz içtiğim için kahvaltıda mutlaka reçel ararım.
Kahvaltıya adeta saldırırım. Kısa süre sonra,
kahvaltıların tümü ortadan yok edilmiş olur. Daima kesin zaferi kazanırım.
Unutamadığım kahvaltılar da vardır. Söz gelimi nisan
ayında, Danimarka Büyükelçiliğimizde ettiğim kahvaltıyı hiç unutamam. Orada
birkaç dakika içinde masayı çekirge istilasına uğramış tarla haline getirmiştim.
Yetkin Büyükelçi Faruk Loğoğlu, gözleri büyümüş bir durumda bana bakakalmış ve ancak “sözünüzün eri imişiniz!”
diyebilmişti.
Sanırım pek zarif eşi ressam
Mevhibe Loğoğlu da, sonradan elçiliğe, eksta
kahvaltılık siparişinde bulunmak zorunda kalmıştı.
Ancak anılarımda özel yerleri olan akşam yemekleri vardır.
Bunlardan biri, Rahmetli Özal ile Nirvana güvertesinde yediğimiz yemektir.
Sarışın güzel kadınla, Tokyo’da arka arkaya yediğimiz üç
akşam yemeği, ileride Türkiye tarihine önemli bir dönüm noktası olarak
geçecektir.
Erdal İnönü’yü, Kasır Lokantası’nda
karım Fatma ile birlikte
ağırladığımız gece bize söylediği “Atatürk
devrimlerinin son aşaması demokrasidir” sözü de
tarihin bir başka sayfasına yazılacaktır.
Tiflis’teki ilginç akşam yemeği de böyle bir yemektir.
* * *
Aslında “resmi yemek” olmasına rağmen daha başında sulandırılmıştı.
Salona girdiğimde afallamıştım. Millet masalara çökmüş
atıştırıp duruyordu.
Oysa sarışın güzel kadın
Şevardnadze’nin beklenmesi gerekirdi. Oysa, herkes
ceketini fora etmiş, masalarda ne var ne yoksa götürüyordu.
Erdal Bey, ceketinin önü ilikli bir
zarafet timsali gibi ayakta konuşuyor ve hiçbir şey söylemiyordu.
İnanılmaz tatlı gülümsemesiyle hem kendisi hem de
çevresindekilerle dalgasını bir güzel geçiyordu.
Çarnaçar ben de ismimin yazılı olduğu yere oturdum. Ancak
bir süre sonra isimlere aldıran olmadı. Belki bir kısım davetli gelmemişti.
Ahmet Şahap Ünlü’de o karambolde
bizim masaya geldi yanıma oturdu.
Masada Fehmi Koru ve Muharrem Sarıkaya da arz-ı endam ediyorlardı.
Derken Şevardnadze ve Çiller’in konuşmaları başladı. Ancak kadın hizmletliler servisi
durdurmuyorlardı. Millet yiyip içmeye devam ediyorlardı.
Oysa konuşmalar, çatal bıçak, tabak seslerini yarıp geçti.
Karanlığa sıkılmış kurşunlar gibi hedefini buldu.
Tansu’nun “Özal’ı aşma felsefesi” ilk kez bu
kadar dik ve cuk oturdu.
İki lider, dünyaya açık mesajlar verdiler. Bu mesajlar
yerini buldu.
* * *
Konuşmalar bitince, bizim masada
Ahmet Şahap Ünlü’nün,
Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya’daki rolü” üzerine gerçekten diyalektik açıklamaları dikkatle
dinlendi.
Türkiye’nin Güneydoğu savaşını derhal bitirmesi halinde
bölgede ne kadar bir güç olarak etkinlik sağlayabileceği konusu irdelendi.
Bir büyük “Yeni Osmanlı Hülyası” üzerinde bilimsel laflar söylendi. Ben de
Lenin’in
“Milliyetçiliğin azı enternasyonalizmden uzaklaştırır, çoğu enternasyonalizme
götürür” sözünün ispatlandığını öne sürdüm.
“Katılmadığım federasyon tezini, milliyetçiler savunmalıdır” dedim.
Ve konuyu, enine boyuna irdelemeye karar verdim.
|
|